15 TEMMUZ 2016
DARBE ÖNCESİ ve SONRASI
Bu süreci değerlendirirken yakın geçmişte unutulmaması gereken bazı hususlar ile bugün veya yarını ilgilendiren bazı hususları Türk Milleti ile paylaşmayı gerekli ve faydalı buluyorum.
- Bu darbe girişimi şayet başarılı olsaydı; TRT’de okunan bildiride ifade edilen görüşlerin doğru kabul edilmesiyle çok sayıda vatansever, Atatürkçü, liberal, demokrat, her yaştan kadın ve erkek sevinebilecekti. Kısa zamanda da gerçekleri görmesi mümkün olmayacaktı. Darbenin çekirdeğinde bulunan ve başka bir devlet adına örgütlenen çetenin eksik kalan yapılanmayı tamamlamasına fırsat verilecekti. Darbeye karışan subayların bir kısmının da aynı düşünceyle ahmakça bu darbe teşebbüsüne destek verdikleri anlaşılmaktadır.
- PDY (Paralel Devlet Yapılanması) veya FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) uzun yıllardan beri sistematik olarak güçlenerek bu günlere geldi. Bu durumu gören ve her zaman tepki gösteren, adeta yırtınan sadece Türk Milliyetçileri olmuştur.
- Bu yapılanmaya destek olanlar, sağcısıyla solcusuyla sivil – asker her meslek ve guruptan çok sayıda kimse bizi anlamadı. Suçladılar. Bu kapsamda yapılanmanın en güçlü desteği bulduğu 2004 – 2012 arası AKP ile ilişkilerin en üst seviyede olduğu dönemdir. Anayasa değişikliği ve seçim destekleri boşa çıkarılmamıştır. Her istedikleri verilmiştir.
- AKP, başta dönemin Genel Başkanı ve Başbakan R.T. Erdoğan olmak üzere A. GÜL, B. ARINÇ, B. KUZU, Hüseyin ÇELİK, B. ATALAY, S. ERGİN, B. BOZDAĞ, N. KURTULMUŞ, S. SOYLU, A. DAVUTOĞLU, Suat KILIÇ, Faruk ÇELİK, M. GÖKÇEK, K. TOPBAŞ ve çok sayıda milletvekili, belediye başkanı, parti yöneticisi F. GÜLEN ve cemaatini savunmak ve övmek gibi görevleri severek yapmışlardır.
- Habur, Oslo ve İmralı Müzakerelerine temel teşkil eden, Abant toplantılarını FETÖ organize etti, Hükümet yetkilileri katıldı ve destekledi. O toplantıların sonuç bildirileri incelendiğinde görülecektir ki alınan kararların bazıları icra edildi ve ediliyor.
- Türk Silahlı Kuvvetlerini zayıflatmak, dağıtmak ve itibarını düşürmek için kurulan Ergenekon, Balyoz, Casusluk gibi tuzak ve kumpaslarını alkışlayan, savcısıyım diyen, tuzağı kuranları kahraman ilan edenleri hatırlamak ve asla unutmamak gerekir.
- Kadrolaşma adına her seviyede okul sınavlarının ve KPSS’nın soruları çalınarak yandaşların kazanması sağlandı. Bilgi, beceri, liyakat, hak, hukuk gibi kavramlar unutuldu.
- Hükümete destek veren bütün cemaatler ekonomik açıdan desteklenerek çok sayıda zengin yaratıldı. Devasa vakıf ve dernekler meydana getirildi. Buralara aktarılan büyük paraların bir kısmıyla seçim kampanyaları yürütülürken beraberdiler. Soygun büyüdükçe paylaşma konusunda anlaşmazlıklar baş gösterdi.
- Milli Eğitim Temel Kanunu yok sayıldı. Sistemle sürekli oynanarak Türk, Atatürk ve Milliyetçilik adına ne varsa silindi. Biat anlayışına uygun sünepe yandaş kadrolar yetiştirilirken beraber hareket edildi. Milli Eğitim şurası sonuç bildirisi incelendiğinde görülecektir ki İstiklal Marşının okunması bile tehlikeye girmişti.
- 10.12 Eylül ihtilal yönetiminin uydurduğu “Başörtüsü yasağı” sembol haline getirilerek, Türk ve Atatürk düşmanlığı amansızca yürütüldü. “Alnı secde görüyor” diyerek hükümet ve paralel yapılar son 15 yılda her konuda beraber oldular. Diğer alnı secdeye gidenleri hor gördüler. Devlet kurumlarını aralarında bölüştüler. Cumhuriyet tarihinde hiç görülmemiş şekilde okula, camiye, kışlaya ve yargıya tamamen el konuldu. Biz Türk Milliyetçileri her safhada her fırsatta bu durumu ve gelecek toplumsal tehlikeyi ortaya koymaya çalıştık.
- 11.Paralel yapının Diyanet İşleri Başkanlığında temsil edildiği söylentileri ciddiye alınmadı. “Dinler Arası Diyalog” toplantıları ve ayyuka çıkan çalışmalar hükümetçe desteklendi. “Dinler Bahçesi”, “İbrahimi Dinler”, “Semavi Dinler” diyerek yüce dinimiz İslam sulandırılmaya çalışıldı. Uzun bir süre Hutbelerden “Allah indinde tek din İslam’dır” ayeti okunmadı veya okutulmadı. Öte yandan referandum veya seçim dönemlerinde cami vaazlarında açıkça oy istendi.
- 12.Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinden veya askeri okullardan haksız olarak, kurulan kumpaslarla atılan birçok milliyetçi insan durumu komutanlarına bildirdiği halde ciddiye bile alınmadılar. Kitaplar yazdılar. Okuyup dikkate alan ve gereğini yapan hiçbir yetkili çıkmadı. Türk bayrağına, milli birlik ve bütünlüğümüzün ve istiklalimizin sembolü olan bütün değerlerimize pervasızca saldırılar olurken siyasi irade “ Baldıran Zehiri” içmekle meşguldü.
- 13.Türk Milliyetçileri açısından yüksek değer taşıyan Devlet kurumlarımızın başında bulunan; kendi seçtikleri yaver, koruma elemanı ve özel kalem müdürü gibi en yakınları tarafından el ve ayakları bağlanıp, ağızları bantlanarak teslim alınan komutanlar, canlarına kastedilen Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Başbakan ve diğerleri hiç sorumluluk sahibi olduklarını hatırlayarak istifa etmeyi düşünmezler mi?
- 14.Darbe sonrasını fırsata dönüştürmek isteyen AKP zihniyeti geçmişte olduğu gibi algı metoduyla darbenin önlenmesi gayreti gösteren kendi dışındakileri küçük göstererek tek kişiyi yüceltmektedirler. Göstermelik ağız değişikliği kamuoyunu aldatırken Türk Silahlı Kuvvetleri üzerindeki kendi planlarını hızla uygulamaya koymuşlardır. Adeta TC Devleti tasfiye edilmeye çalışılmaktadır.
- 15.Demokrasi nöbeti adında yapılan eğlenceli toplantılarda “Ölürüm Türkiyem” coşkuyla çalınıp söylenmektedir. Eserin yazarı şair Dilaver CEBECİ ülkemizin yetiştirdiği en büyük şairlerden birisi olmasına rağmen hayattayken de öldükten sonra da hiç kaale alınmadı. İlahiyat Fakültesinde hoca olmasına rağmen sadece Türk Milliyetçisi olduğu için yok sayıldı. “Ne Mutlu Türküm Diyene” şiiri için de eleştirildi.
- 16.Neler oluyor? Doğru yapılan şeyler var mı? Öncelikle söylemek gerekir ki; bu darbe teşebbüsüne Türk Milleti’nin bütün kesimlerinin ortak tavır takınarak karşı çıkmaları çok önemli ve değerlidir. On beş yıldır ülkeyi yöneten sivil iradenin Türk Milleti’nin varlığını kabul ve ifade etmesi, Türk ve Atatürk kelimelerinin sıkça kullanılması, milli sembollerimize hakaretin azalması, yanlış yapılanların bazılarından pişmanlık duyma işaretleri isabetli olmakla birlikte çok yetersizdir. Devlet kurumlarını düzeltelim derken yarın başımıza yeni belalar açılmasına zemin oluşturulmamalıdır.
Sonuç olarak şunu söylemek gerekir. Yaşadığımız coğrafyada, yaşadığımız çağda geleceği de düşünerek ve planlayarak Türk Milleti’nin taşıdığı yüksek değerlere yeniden ve acilen sahip çıkılmalıdır. Müslüman Türk kimliğimiz saf, sade ve yozlaştırılmadan bütün unsurlarıyla yaşatılmalıdır. Bu ülkede yaşayan herkes kucaklanmalı, etnik kökeni, inancı ne olursa olsun eşit birey olarak görülmelidir. Hukuk düzeni sağlanmalıdır. Devleti kuran felsefe ve irade doğru anlaşılmalı ve Devleti yönetmeye talip olan herkes tarafından mutlaka benimsenmelidir. Bu coğrafyada ilelebet hür ve mutlu yaşamanın başka bir yolu yoktur. Şahsi ve küçük hesaplar derhal terkedilmelidir. Bilim esas alınarak milli güvenlik, milli ekonomi ve milli eğitim rayına oturtulmalıdır. Başkanlık ve partili Cumhurbaşkanlığı fikrinden vazgeçilerek, demokratik parlamenter sisteme bağlı kalınacağı, Anayasanın başlangıç ve ilk dört maddesinin değiştirilemeyeceği açıklanmalıdır. Gerek Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu gerekse diğer dünya ülke ve kuruluşları ile akılcı ve gerçekçi politikalar uygulanmalıdır.